Mutlu
Orta okulda bir arkadaşım Mutlu isimli bir arkadaşı olduğunu söylediğinde ilk kez duyacaktım Mutlu'nun bir isim olarak kullanildigini. Çok sonraları kızının ismi Hicran olan bir komşum oldu ama Hicran ismi beni çok da şaşırtmadı; yapısal olarak bende dahil toplumca Hicran'a daha yakın olmamızdan mütevellit sanırım bu durum. Baksanıza Hicran bir kelime olarak dahi Mutlu'ya göre daha hoş gelmiyor mu kulağınıza? Yakınlarda izlediğim bir belgesel mutluluğu anlatıyordu ve diyordu ki mutlu bir insan olmanın %50'sine aslında genlerimiz karar veriyormuş; yani bazılarımız halihazırda mutlu olarak dünyaya geliyorlarmış. Harbiden nedir bu mutluluk? Nasıl mutlu oluruz? Nelere bağlıdır mutlu olmamız? Eminim yüzyıllardır insanlar bu sorulara cevaplar arayıp durdular. Hepimiz bu sorulara cevap vermek adına yollara düşmedik mi? Hani' personal quest' diye geciyor ya bir cok metinde. Bir masalda hiç unutmadığım bir replik vardır: ' Ayağındaki demir çarık delinene, elindeki demir asa eğilene kadar gideceksin, gideceksin de ancak o zaman Kaf dağının ardına geçtiğini fark edeceksin.' Hangimizin varmak istediği bir 'Kaf Dağı' yoktur ki? Hani bir oraya varayım, o zaman tamam iste, hayatımın anlamı orda, işte o zaman mutlu olacağım dediğimiz ama kendimizden başka çok kimseye de itiraf edemediğimiz. Ha birde hiç bir şey yapmadan bekleyenler var, hiç bir şey yapmadan mutlu olmak mümkün müdür? bilemiyorum. Bana Samuel Beckett'in ünlü oyunu 'Godot'u Beklerken' i hatırlatıyor. Aslında hiç gelmeyecek Godot'u yıllarca bekleyenlerin hikayesi.
Aslında küçük hadiselerden mutlu olmayı öğrenmeli yada çocukken küçük şeylerden aldığımız hazzı hatırlamalı degil miyiz belki de? ...Tam 6 sene yaz tatilleri hariç her gün sabah akşam okula giderken kullandığım, evle okul arasında uzunca sayılabilecek bir yol vardı. Yolun her iki tarafında sıra sıra dizilmiş o zamanlar çok da büyük olmayan çınar ağaçları sıcak aylarda gölgelik, sonbahar da ise bambaşka bir eğlence imkanı sunuyordu bana. Sonbahardan kısa geçerken dökülen ve sıcaktan iyiden iyiye gevreyen ağaç yapraklarına basarak yürümeyi çok severdim. O çıtırtı sesi küçük de olsa bir sevinç kaynağıydı işte. Yolda ağaç yapraklarına basarak bir o yana bir bu yana koştururken yolun sonuna geldiğimi anlamadığım günler olurdu. Aynı yolda yağmurlu günlerde etraftaki inşaatlardan sürüklenip gelmiş kum tanelerine basmak da ayrı bir zevkti. Islak kum tanelerinin üzerine basınca çıkan ses de yaprakların ki kadar haz verirdi bana. Yolda kendimce yaptığım aktivitelerden birinin sonunda kendimi yerde bulduğumu ve okul eteğimin parçalanıp dizimin kanadığını da hatırlamadan geçemeyeceğim. Eeee... Her şeyin de bir bedeli var. . Nerden aklıma geldi şimdi bütün bunlar? Ha mutlu olmak diyordum. Çalışmanın insanı mutlu ettiği de bilinen bir gerçek tabi abartmamak şartıyla. Malum belgeselde 'Karoshi' diye Japonca bir kavramdan da söz ediliyordu. Karoshi aşırı çalışmaktan ölmek demekmiş. Hani hep çalışkanlıklarıyla sürekli örnek gösterdiğimiz Japonlar araştırmalara göre en mutsuz milletler arasındaymış. 2.Dünya savaşından sonra ülkeyi yeniden inşa etmek için canla başla çalışan insanlar bu olayı o kadar ileri götürmüşler ki iş başında yorgunluktan bugün dahi ölen insanlar ölüyormuş. Karoshi kurbanlarının dernekleri ve web siteleri de var. Demek ki dişliyi kırmadan, motoru yakmadan calışmak insanı mutlu ediyor. Amma tamirci ağızlı bir örnek oldu ama olsun. (Cok anlarim ya motordan disliden). Aynı programda, bir duvarı olmayan, teneke bir barakada ailesiyle yaşayan bir adam anlatıyordu ne kadar mutlu olduğunu. 'Aslında güzel bir evim var, bir tarafı açık olduğu için hava sirkülasyonu iyi, sadece muson mevsiminde sıkıntı çekiyoruz çünkü evin içine su giriyor.' diyor adam kocaman gülümseyerek. Yani mutluluk para kazanmakla da direk alakalı değilmiş. Ne kadar çok paramız olursa olsun daha fazlasını isteyeceğimiz için yine mutlu olamıyormuşuz. Hayatta üstlendiğimiz bir sürü roller var. Anne babamızın nazarında bir çocuk, eşimizin nazarında bir eş, çocuklarımizin nazarında bir anne yada baba, arkadaşlarımızın yanında bir arkadaş... Rollerin listesi uzayıp gidiyor. En iyisi hangi rolü üstlenirsek üstlenelim gülümsemeyi ihmal etmeyelim, küçük mutlulukların tadına varabilelim, ve ani yakalamayı başarabilelim....Son olarak Oscar Wilde amcadan dehşet bir tespit: 'Some cause happiness wherever they go, some cause happiness whenever they go.' :) Doğru soze ne denir Vesselam....
şu tespitine katılmadan edemeyeceğim " yapısal olarak bende dahil toplumca Hicran'a daha yakın olmamızdan mütevellit sanırım bu durum. Baksanıza Hicran bir kelime olarak dahi Mutlu'ya göre daha hoş gelmiyor mu kulağınıza?" sanırım ibrahim sadri bir röportajında diyordu toplum olarak arabeskiz diye, bir kaç nesil sonra nasıl olur bilmem ama bizim neslimiz için bu böyledir.
YanıtlaSil