Sen Boyle Cagirmasan Ben Boyle Gelmezdim**



Babam, annesinin sabah keçileri sağdıktan sonra kaynatılan sütle akşamdan kalan bulgur pilavını kahvaltı niyetine karıştırdigini ve  çinko sahana döker dökmez en büyük zevkinin kendi hissesini ayrı,muhtemelen, bakır yada melaiın bir tabağa koydurduğu gibi evin çitini oluşturan kayalardan birinin tepesine çıktığını  anlatmisti bir keresinde heyecanla. Ayaklarını sallaya sallaya kaşığı mis gibi yeni kaynamış süt kokan pilava daldırırken ona sinen mutluğu ve tabaktaki yemeğinin hiç bitmemesini istediğinden bahsederken gözlerinin içinde kayanın üstündeki çocuğu görmek içten bile değildi.   Basit bir çocukluk anısı gibi görünen   hadiselerde kucuk ne mutluluklar sakli degil mi??  Bizim çocukluğumuzda bitmesin dediğimiz tadlar arasında, ilk olarak sonrasında hatırası cam bardakta saklı kalan çokokrem gelir sanırım. Buna ek olarak annemin dairesindeki Kooperatiften aylık yapılan  alışveriş esnasında biri bana biri kardeşime iki tane alınan çikolotalı gofreti de saymamak olmaz. Bu günlerde sanki elimde annemin getirdiği poşetten çıkan gofretlerden payıma düşeni bitmesinden korkarak yediğim anlardan birini yaşıyorum galiba. Ne yazık ki ne kadar ağırdan alsam da işte bugün geldi ve bir saat önce bitti damağımda acı tatlı karmaşık bir tad bırakarak okuduğum son kitap:Nar Ağacı. Her 20-30 sayfa okuduktan sonra aman hemen bitmesin diye bi tarafa bıraksam da işte o gün geldi ve bitti. Romandaki kahramanlarla birlikte yolculuk yapmış gibi yorgun hissettim kendimi birden. İran Tebriz'de başlayan, Yezd, Tiflis, Batum, Trabzon ve İstanbul'a kadar uzayan bir yol hikayesi. Aynı zamanda 20.yüzyılın başında doğmuş bir çocuğun başından geçebilecek ve sadece ülkenin değil  dünyanın kaderini de değiştiren 93 Harbi, Balkan Savaşı, Bolşevik İhtilali... Bütün bu hadiselerin arasinda kaybolan, göçüp giden bir sürü insan ve onların yazılamayan onca hikayesi arasında bir hikaye...Bir hikaye deyip geçmemek lazım; değil mi ki o hikayenin kahramanları yazılamayan diğer yüzlerce hikayeye şahit tutuyor okuyucuyu, belkide önemli olan budur... Zehra, Settarhan, Azam, İsmail, Sofya, Anuş, Büyükhanım... Hepinizi özleyeceğim şüphesiz. Bende anlatıcı gibi girebilsem eski fotoğrafların içine, kendimi tutamadığım yerde dayanamasam haykırsam ve bir meczub da 'Kim deli kim veli belli olmaz.'  kaidesince beni görüp tutup kaldırsa, teselli etse usulca...  İllede canım çay içmek istedi şimdi son cümleyi yazarken. Belki efkardan belki yorgunluktan ama  mutlaka Settarhan'ın Nakşi dervişten öğrendiği gibi usulünce, tadınca...İlle de aynı dilden konuştuğum birini alıp karşıma, çayın içinde sohbeti demlemekte hiç fena olmaz hani.....
**Başlık Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı kitabının kapağından.

Yorumlar

  1. kitaplıkta beni bekler.. hala okuyamadım, çok hüzünlü bir hikaye kalbim kaldırmaz şimdi belki sonra diye kaçıp duruyorum du bakalım ne zamana kadar..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Umut iyi bir kahvalti, fena bir aksam yemegidir.

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Ardic Agaci