Kayıtlar

Aralık, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dondurulmus Gulusler

Resim
Eski fotograflara bakmayi sevmeyen var midir? Bilemiyorum. Eskilerde, cogunlukla 36 pozluk bir  film alip makineye yerlestirmek sonra da her anin degil ozel anlarin resmini cekmek, sonrada onlari fotografciya goturup tap ettirmek ve fotograflari ozenle albumlere yerlestirmek basli basina bir eglence vesilesiydi. Simdilerde sayisi binleri bulan dijital fotograflari birakin kagida bastirip albumlere yerlestirmeyi  donup hepsine bakmak bile cogu zaman mumkun olmuyor. Baski fotograflarla birlikte arkalarina yazilan hatiralik notlarda ayrildilar aramizdan birer birer. Bir fotograf deyip gecmemeli.... Anin icine saklanmis ayrintilar fotografin kahramanlari hakkinda ne cok sey anlatirlar dikkatli bakildiginda... Ne zaman  bir fotografi elime alsam once suretlerin gozlerinin icine bakarim, sonra da yuzlerindeki ifadeye.... Bir zaman makinesine atlayip giderim fotograftaki 'An'a ve canladiririm kafamda fotografin karesinin disina tasanlari... Felc gecirip senelerce yataga baglanmis a

Gregor Samsa Size Bakiyor

Resim
Aslında başlığa Gregor Samsa bana bakıyor yazmak istedim; ama benimle aynı hissiyatta olanlardan gayri düşmemek için vazgeçtim daha sonra. Bazen gözlerimi kaçırmaya çalışsam da biliyorum ki  Mr.Samsa bir yerlerde sürekli izliyor beni. 'Çekil git' diyorum, hiç ısrar etmeden çekilip gidiyor ama biliyorum ki her nerdeyse beni yine izlemeye devam ediyor. Son bir kaç gündür onu yine görüyorum ama 'git' demeye bile gücüm yok; zaten o da ne zararim var dercesine bir kosede oturuyor. Nerden geldi Gregor Samsa aklıma...Aslında hiç aklımdan çıkmaz ne zaman icimdeki cam kiriklari batmaya   baslarlarsa... Gregor Samsa ile tanışmamız üniversite ikinci  sınıfta bir kış sabahına dayanır. Sabahları herkesten önce erkenden evden ayrılıp,otobüste rahat rahat  oturarak kampüse gelmeyi, telaşsız adımlarla fakültenin bahçesini turlamayı çok severdim. İşte yine böyle erken bir vakitte kampüsü turlarken fakülteye giden yürüyüş yollarında kocaman bir yazı gördüm. 'GREGOR SAMSA SIZE BAKIY

Uzaklara Giderken Kendini Geride Birakmak

Resim
    Universitedeyken bir hocamiz Kanada'da yasayan bir arkadasina dair bir anisini paylasmisti. Bazen agzimizdan oylesine dokulen cumleler karsidaki insanda ummadigimiz etkiler gosterebiliir yani  kisaca size epifani   yasatabilirler. Ailevi sikintilarindan ve calistigi universitedeki rekabet ortamindan bunalan yakin bir  arkadasi bir gun ani bir kararla esinden ayrilmis, calistigi isten istifa etmis ve Kanada Toronto'ya yerlesmis. Bir konferansa nedeniyle Toronto'ya giden bizim hoca arkadasiyla okyanusa nazir bir cafe'de bulusmuslar. Bir sure sohbet ettikten sonra taa uzaklarda gorunen gemileri gosteren arkadasi bizim Hoca'ya donup demis ki: 'Keske su gemilere binip uzaklara gidebilsem....' Hocamiz bunun uzerine insanin asla kendinden kacamayacagini, dunyanin oteki tarafina da gitsek yine yanimizda mecburen kendimizi goturecegimizi soylemisti. Iste simdi ne zaman icimdeki hircin cocuk aglayarak bas kaldirsa hocamizin anlattigi bu hikayeyi hatirlarim ve bi

Anlasilamiyanlardan mi yoksa Anlamayanlardan misiniz??

Resim
Babil Kulesi efsanesi.... Hikayeye göre insanlar çok önceleri aynı dili konuşuyorlarmış ta ki Babilliler tanrılık taslamaya ve göklere kadar uzayan güya Tanrı katına çıkacakları bir kule inşa etmeye karar verene kadar...Bu fütursuzluklarına ve isyanlarına bedel kule yıkılmış ve ceza olarak da o zamana kadar aynı dili konuşan insanlar bir sabah kalktıklarında birbirlerini anlayamaz olmuşlar çünkü artık her biri  başka bir dil konuşuyorlarmiş. Anlaşamayan insanların her biri ayrı bir tarafa göç etmişler de   farklı diller boylece oluşmuş... Nerden geldi Babil kulesi efsanesi aklıma...? Anlaşılmamak diyordum, yada anlamamak....Aynı dili konuşmak da yetmiyor bazen  anlaşmak için yada moda tabirle iletişim kurabilmek için.. Küçükken anneannem benden bahsederken 'laf ebesi' derdi bazen. Simdi bakıyorum da herkes laf ebesi olmuş olmasına da fazla söz kalabalığının arasında manalar uçup gitmiş; artik  daha çok konuşup daha az anlaşmıyor muyuz? Sükuta dair övgülerimiz sadece ata sözl

Ardic Agaci

Resim
Güneşli bir günde sabah erkenden yollara düşmek, ağaçların, çalıların arasında yürümek, yürümek;  sonra yorulunca bir Ardıç  ağacının gölgesine sığınıp şöyle doya doya su içmek, yorulan ayaklarımı dinlendirmek ve selam verip geçen   rüzgara selam vermek, sanki dokunsam elimin değeceği kadar yakın duran dağları uzun uzun izlemek.... Her sabah ki gibi yataktan kendimi zorla kaldırmaya çalışırken canım birden öyle bir çekti ki anlattigim  resmin içinde bir karakter olmayı ....Anlatmak güç.... Çok öyle ağaç türlerinden anladigim soylenemez  ama Ardıç ağacının benim için yeri ayrıdır. Köyde babaannemin evinin arkasında kocaman bir Ardıç ağacı vardı. Çevresi iki yetişkin insan elele tutuşsalar zar zor  ellerini kavuşturacakları kadar büyük olan  bu ağacın gövdesine destek verilerek yapılan çardağın altında geçerdi hane halkının öğleden sonraları. Ağacın gövdesine çivilenmiş bir kaç kereste parçası mutfak dolabı ve tezgahı niyetine uzun süre kullanıldılar.  Govdesinin buyuk bir parcasi bilm

Mekanlarin Ruhlari

Resim
Oldum  olası evlere ve bahçelerine; eğer apartman  ise balkonlarına  bakmayı sevmişimdir; bahçelerinde kimlerin oynadığını, içinde gün be gün ne öyküler yazıldığını merak ettiğim içindir  belki de. Hele de akşam olupta evlerin ışıkları yanınca öykünün kahramanları daha da hareketlenirler, hikayeler daha bir çeşnilenir yanan her ışıkla birlikte....Ama bazı evler vardır ki bana onların duruşları hep hüzünü çağrıştırır; yalnız, kimsesiz ve en önemlisi hikayesiz  evler....  İşte çocukluğumun geçtiği eski mahallede yan tarafimizda tam da  böyle bir ev vardı. Anneannem dul bir kadının tek başına yaşadığını, o ölünce de evlatlarının evi boşaltmayıp içindeki eşyalarıyla öylece kapattıklarını söylemişti söylemesine de benim için özellikle geceleri,  karşı ev,  kendimce uydurduğum hikayelerin, arada bir yandığını hayal ettiğim  ışıkların ve hayal dünyamda duyduğum seslerin kaynağı ve bas kahramanıydı uzunca bir süre. Perdeleri zamanla güneşten ağaran evi 6 ayda bir havalandırmak için birileri

Mutlu

Resim
Orta okulda bir arkadaşım Mutlu isimli bir   arkadaşı olduğunu söylediğinde ilk kez duyacaktım Mutlu'nun bir isim olarak kullanildigini.  Çok sonraları kızının ismi Hicran olan bir komşum oldu ama  Hicran ismi beni çok da şaşırtmadı;  yapısal olarak bende dahil  toplumca Hicran'a  daha yakın olmamızdan mütevellit  sanırım bu durum. Baksanıza Hicran bir kelime olarak dahi  Mutlu'ya göre daha hoş gelmiyor mu  kulağınıza? Yakınlarda izlediğim bir  belgesel mutluluğu anlatıyordu ve diyordu ki mutlu bir insan  olmanın %50'sine aslında genlerimiz karar veriyormuş; yani bazılarımız halihazırda mutlu olarak dünyaya geliyorlarmış. Harbiden nedir bu mutluluk? Nasıl mutlu oluruz? Nelere bağlıdır mutlu olmamız? Eminim yüzyıllardır insanlar bu sorulara cevaplar arayıp durdular.   Hepimiz bu sorulara cevap vermek adına yollara düşmedik mi?  Hani' personal quest' diye geciyor ya bir cok metinde.  Bir masalda hiç unutmadığım bir replik vardır: ' Ayağındaki demir çarık del