Kayıtlar

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Resim
  Nazım Hikmet bu sözü sanki sana yazmıştı babacığım, hayatının mottosuydu adeta. Yalan yok, her konuşmamızda en az birkaç kez "Yaşamak zor zanaat vesselam..." demenden çok da hoşnut değildim. "Ya baba" derdim çoğunlukla, keşke başka bir şey söylesen. Neydi bu kadar zor olan şimdi düşünüyorum. Yapamadıklarının acısını böyle bastırıyordun belki de... Aslında yaptıkların yeter de artardı bile... 9 yaşıma kadar affedersin iç çamaşırım bile yoktu benim demiştin bir keresinde, okul uniformasının ceketini büyük abinin ceketini bozdurup diktirdiğini anlatmıştın. Yokluktan mı yoksa umursamadıklarından mı bilmiyorum ama liseye kaydolurken bile kahvehanede oturan aynı köylü komsunuzdan velin olman için yardım istediğini anlatmıştın. Babanın imam hatibe gönderme ısrarına uymadığın için zorlu geçmiş bütün okul yılların. Belki bu sebep gözleri buğulu bir çocuk otururdu gözlerine ne zaman baksam. Senin ve annemin gidisiyle anladım gerçekten hayatın ne kadar daha zor olabileceğini
Resim
 Seneler sonra böyle bir postla öylesine başladığım blog yolculuğuna döneceğimi nerden bilebilirdim. Yaşadım mı? Geçen 85 günü yaşamak denirse yaşadım. Böylesine bir ölümü haketmemiştiniz. Ölen yüzbinden fazla hiç bir insan haketmemişti. Ya ben o evde evlendim, ilk çocuğumu hastaneden ev bilip ilk o eve getirdim. Nasıl nasıl nasıl  bu kadar kolayca yıkıldı? Ev diye senelerce bilmeden mezarda yaşamışız. Ah bilsem anneciğim babacığım sizi orda hiç bırakır mıydım? Buraya geldiğinizde kapıda önünüze yatıp kalın nolur diye yalvarmaz mıydım? Kim bunca kaybın sorumlusu? Kim??? İlk taşındığımız yıl kalorifer çalışmadığından sobayla ısınmıştık. Ah babacığım, üstünde deri cepken aşağıdan kömür taşımıştın günlerce. Annem dayanamazdı hiç soğuğa, kıyamazdın hiç birimize... Nasıl kıydılar size? Biliyor musunuz sesinizi unutmaktan korkuyorum. Kökünüzü unutmaktan korkuyorum. Oğuzhan'ın ölümünden sonra kendime gelemiyorum kızım diyordun babacığım. Bu dünya hassas kalpler için adeta bir cehennem. Ar

Nerde Kalmisti(k)?

"Zorunlu olarak gunde  4 defa 20 dakikaligina yalniz kalip sehbanin ustundeki ipad'de Dark dizisi izliyorum. Izlemesi kolay olmadigi gibi anlamasi da zor. Diyelim ki gecmise gidip kendimle su anki halimle bir konusma yapsam neler soylerim?  Hata yapacaksin ilerde su karari vererek yapma demem bir sey degistirir mi? Bugun olanlari soylesem bana inanir mi? Dogru bildigin bazi seyler gorundukleri gibi degil desem bana ne tepki gosterir?  Bosuna umut etme hala su problemlerle bas ediyor olacaksin desem cok uzulur mu?  Dun bugun yarin ekseninde bedenim bugunde tutuklu olsa da kalbim gecmis ve gelecege kisa sureli yolculuklarla mesgul. Blog da yazmayali 2 seneyi gecmis. Neler oldu bu gecen iki sene de... Kisaca Cok sey oldu. Beklenmeyen minik bir kus yavrusu daha katildi aramiza... Lapiska sacli, bal bi kiz...  Cogaltti bizi...  Bir taraftan cokca da azaldim. Telefon rehberim azaldi, Zevk aldigimi dusundugum aktiviteler azaldi,  kelimelerim azaldi.  Dark diyor ki " Ne kadar c

Once there was, once there was not-Bir varmis bir yokmus

Instagram'dan uzunca bir suredir takip ettigim ve modern zaman dervislerinden diye nitelendirebilecegim deli-anne.com sitesinin de sahibi Mumine hanimin tavsiyesiyle -Kurtlarla Kosan Kadinlar- kitabini okumaya yeltendim. Yeltendim diyorum cunku oyle kolay okunulasi bir kitap degil kendileri. Amazon'dan fazla incelemeden "Aaa ucuzmus sadece $5." diye aldigim kitap meger travel edition iymis. Hani sayfalari gazete sayfasi ayarinda, yazilari mumkun olan en kucuk font da mini boy kitaplardan. Onceleri hic de okumak icin cazip gelmedi. Simdilerde ara ara okuyorum firsat buldukca. Konu ne mi? Tabi basliktan da anlasilacagi gibi kadinlar. Kadinliklarla ilgili bir kitap diyince illa ki feminizm akla geliyor. Universite 3. sinifta resmen  tanisitigim bir kavramdir feminizm. Senelerce "erkek Fatma, kucuk avukat, dili pabuc gibi, boyu kadar bi de yerin altinda var bundan", ve en ozlu cumle olan "Suse dusen kiz okuyamaz." cumleleriyle buyumus biri olarak alm

Where do I belong? -Aidiyet

Ankara-Yozgat hattında yaptığım ilk otobüs yolculuğu düştü aklıma. Bir yıla yaklaşan sükutu bozmama sebep olan nedir ki acep? İlk cümleden sonra kendimi sorgulamaya iten şey nedir peki? Sokratesvari sorularla neyi amaçlıyorum? Ya da nereye varmaya çalışıyorum? Bütün bunlar nasipte varsa başka bi yazının konusu olsun. İlk cümleye döneyim. Eylül ayının ilk günleri, Çalıkusu hikayesiyle idealize ettiğim gurbette öğretmenlik serüvenimin ilk haftası.Henüz gurbet, memleket kavramları dimağımda saf hallerinde bekleşmekteler.  Gülbeşeker karakterinden oldukça uzağım. Hayatım ilk bölümleri tutmayıp yayından kaldırılmış dizi tadındaydı o zamanki bana göre. Ne istemiştim, neden bu bölümü okumuştum, kendi kendime kurduğum  kariyer planları nasıl daha yolun başındayken yanıp bitip kul olmuşlardı. Suçluydum. Çabuk vazgeçmiştim belki de. Beni desteklemeyen ailem de suçluydu ama onlara belli edemezdim. Haritadan seçtiğim bu memlekette yaslanıp gidecektim bende işte. Kırgındım. İçimde var olduğunu za

What makes a good life???

Bir yılı aşkın süredir yazmayıp böyle bir başlık ile geri dönmek de neyin nesidir bilemedim. Yazmak her zaman meyve vermeyen bir ağaç gibi ruhumun tam ortasında durur mağrurca... Çıkan fırtınalara, çorak geçen mevsimlere inat kurumaz, terketmez. Mevsimlik ilişkilere gönlünü kaptıran bahçe sahibine küşer, meyveye durmaz her zaman... Nicedir gönlünü almaya çalıştığım doğrudur. Doğru yer, doğru zaman, doğru materyal doğru ruh hali mazeretlerinden sıkılmış olmalı ki bu kez barışmamız epeyce uzun sürdü. Uzun süredir görüşmeyen eski iki dost misali resmi davranıyoruz şu an ikimizde... İlerki günlerin getirebileceklerini kim bilebilir?? Başlığa dönecek olursam TED Talks da izlediğim video dan aklımda kalan sorudur kendileri. Generation Y yada Milennials yada Türkçe deyişle Milenyum nesline bu soru sorulduğunda  tipik cevaplar verilmiş tabi ki: Önce para, sonra sağlık, sonra iyi bir iş, ünlü olmak vs. Harvard Universitesinin 1930 yıllarında başlattigi ve  hala devam eden bir araştırmada 700

İçim Dışım Sonbahar

Sonbahar ne güzel mevsimsin sen. Sana düzülen methiyeler, adının geçtiği şarkılar, senin fonunda çekilen filmler, resimler hepsi am hepsi ne de güzeller... Neler hatırlatır bana senin adın bir bilsen. Gözümü kapattığımda senin adınla beraber canlanan o kadar çok resim  ve hatıra var ki.. İşte biri... Küçük evimizin balkonundayım. Hava puslu mu puslu... Balkonun ıslak parmaklıkları hiç umurumda değil. Şöyle yaslanıp dalmak istiyorum manzaraya... Karşıdaki sıvası yıllar önce bitmiş ama bir türlü boyanmamış evin balkonuna takılıyor gözlerim. Yağmurda unutulmuş bir kaç parça çamaşır.. Terkedilmenin verdiği acıyla savruluyorlar hafif esen rüzgarda. Annemin balkon çiçekleri... Kaderlerine razı olmuşçasına boyunları bükük, renkleri soluk. Biri dışında diğerleri kısi balkonda geçirmeye mahkum. Yılbaşı çiçeği olanca mağrur duruşuyla anneme içeri taşınma vaktini hatırlatır. O zamanlar meyveyi kasayla alırdı babam. Balkondaki sedirin hemen altında bir kasa dolusu elma... Şöyle irice bir ta