Anlasilamiyanlardan mi yoksa Anlamayanlardan misiniz??


Babil Kulesi efsanesi.... Hikayeye göre insanlar çok önceleri aynı dili konuşuyorlarmış ta ki Babilliler tanrılık taslamaya ve göklere kadar uzayan güya Tanrı katına çıkacakları bir kule inşa etmeye karar verene kadar...Bu fütursuzluklarına ve isyanlarına bedel kule yıkılmış ve ceza olarak da o zamana kadar aynı dili konuşan insanlar bir sabah kalktıklarında birbirlerini anlayamaz olmuşlar çünkü artık her biri  başka bir dil konuşuyorlarmiş. Anlaşamayan insanların her biri ayrı bir tarafa göç etmişler de   farklı diller boylece oluşmuş... Nerden geldi Babil kulesi efsanesi aklıma...? Anlaşılmamak diyordum, yada anlamamak....Aynı dili konuşmak da yetmiyor bazen  anlaşmak için yada moda tabirle iletişim kurabilmek için.. Küçükken anneannem benden bahsederken 'laf ebesi' derdi bazen. Simdi bakıyorum da herkes laf ebesi olmuş olmasına da fazla söz kalabalığının arasında manalar uçup gitmiş; artik  daha çok konuşup daha az anlaşmıyor muyuz? Sükuta dair övgülerimiz sadece ata sözlerinde kaldılar. Geçenlerde Konfuçyüs'ün hayatı anlatan bir film izledim. Yaşadığı beyliğin kralından gelen ikiye ayrılmış taş parçası değiştirdi Konfuçyüs'ün bütün hayatını. Bir elçinin ipek bir bezin içinde uzattığı ikiye ayrılmış yeşim taşı ayrılık demekmiş; taşı eline alır almaz derhal ordan uzaklaşması gerektiğini anladı Konfuçyüs. Yıllar yıllar sonra yine bir ipek mendilin içinde gelen bu kez tek parça yeşim taşını eline alır almaz da yollara düştü memleketine dönebilmek için.  Ayni yesim tasi gibi kilimlere dokunan motiflerde sayfalarca yazılsa bitmeyecek hikayeleri bir çırpıda anlatmazlar mı? 'Bir bakış bir bakışa neler neler anlatır/ Bir bakış bir bakışı senelerce ağlatır.' dedirten bakışlar yerini tonlarca ağırlıkta kelimeye ter kederken seleflerinin asla yerlerini tutamayacaklarını bildikleri içindir ki ağlamaklı ayrıldılar aramızdan. Bazen boş teneke gibi hissediyorum ağzımdan çıkan kelimelerin çokluğuna ve aslında anlatabildiklerimin azlığına bakınca... Melodisiz, kulak tırmalayan, düzensiz ve intizamsız bir sürü kelime dört dönüyor etrafımda da fazla rahat bir anne edasıyla onları kontrol etmeye yeltenmiyorum. Bir arkadaşımın anlattığı bir hikayeyle bitireyim de laf kalabalıyla kendi amacına  ihanet eden bir yazıya dönüşmesin anlattiklarim. Eski bir moğol tapınağına keşiş olmak için katılmaya karar veren bir seyyah tapınağın  kapısını  çalar sabirsizlikla ama bilmez ki tapınaktaki en önemli kural hiç konuşmamaktır. Kapıyı açan seyyaha bir çırpıda aralarına katılma isteğini söylese de keşiş bir şey söylemez, içeri gider ve içi ağzına kadar dolu bir kapla seyyahın karşısına dikilir. Bunu seyyah icin  yer olmadığını ve  tapınağın dolu olduğunu anlatmak için kesişin getirdiğini anlayan seyyah ' Bir dakika' der ve  koşarak bahçedeki gül ağacından bir gül koparır ve gulu içi şu dolu kaba bırakır. Bunu gören keşiş gülümseyerek tapınağın kapılarını ardına dek açar ve seyyahi içeri alır. Kelimelerimizin ve mevcudiyetimizin bulunduğumuz mekanlara gül etkisi yapması temennisiyle....

Yorumlar

  1. Seyit Nurfethi Erkal Üç Hal adlı denemesinde çok güzel şeyler söylüyor sükuta ve kelama dair.."Sükût, münzevî tavırla, kelâm ise muhatap
    sahibi coşkun bir hatip olmakla özdeşleşmiş. Sükût, aslında Hint'in ilâhî, ezeli kelâma verdiği isim. Bu kelâm muhatap bulunca söz doğmuş. Söz, sükûtun ceset giyinmiş dublörü. Çalımlı, fakat ne aslı kadar asil, ne de
    onun kadar gizemli; bir bakıma sükûtun ikinci hali.." bu da yazının tamamı..http://www.karakalem.net/pfFormat.asp?article=1896..
    bu arada başlığı görünce şunu söyledim , anlaşılma kaygısı olmayanlardan olabilmeyi dilerim, ama böyle bir aşkınlığa kolay ulaşılamaz herhalde..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Umut iyi bir kahvalti, fena bir aksam yemegidir.

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Ardic Agaci