Bir Otel Aynasından Yansımalar yada 'Ömür Dediğin' 1


Gezmek ömürden değildir derler bizim oralarda ya belki de mevcut ömür sermayesine  katkıda bulunmak için mi denilmistir bilinmez bende gezmeyi severim. Hatırladığım ilk uzun yolculuk memleket-Marmaris arası takriben 5 yaşlarımda çekilen 4-5 fotoğrafta kodlanmış bir tatile dair. Ne kadar 'uyumlu'(!) bir çocuk olduğumu annem ne zaman görse o fotoğrafları  hatırlatmadan edemez. Daha sonra 7 yasında yataklı vagonla yaptığımız  3 gün süren memleket-İstanbul yolculuğu ve trenle ilk tanışmam. Ufak maceralarla dolu, uçsuz bucaksız gelincik tarlalarına selam verdiğim, içimde ilk şiir yazma aşkı uyandıran o gezi.... 11 yasında tekrar aynı güzergahta fakat bu kez ergenlik döneminin en fırtınalı günlerine rast gelmesinden mütevellit bi sürü puslu hatırayla dolu baska bir  yolculuk... Daha sonraları babamin zorluklarla satın aldıği Murat 131 ile çıkılan Urfa gezisi, daha sonra Konya gezisi, ve en unutulmazı Karadeniz gezisi. Gezi dediysem sizi yanıltmiş olmak istemem. Öyle büyük planlarla çıkılan, otel rezervasyonlarıyla dolu geziler değildi bunlar. Çoğunlukla finansmanını annemin her gezi basinda  bozdurduğu kışın para artırıp aldığı bilezikler sağlardi. Annem 'kolumda durup evde oturacağıma varsın kolum boş olsun. Gezmekten başka bir  zevkimiz mi var?' deyiverip yaz başında tatil planımızı çizerdi. Gittiğimiz yerin ünlü yemeğinden bir öğün tattıktan sonra öyle cafe ve lokantaya pek para harcanmazdı. Mütevazı arabamızın bagajındaki piknik sepeti ve piknik tüpüyle her nevi yol kenarındaki çeşme başı bizim için bir cafe/restoranta dönüşebiliyordu dakikalar içerisinde...Arabanın arkasındaki savan hemen yere serilir, Allah ne verdiyse duruma göre hazırlanan yemek  istahla yenilirdi ki bazen bu yeşil fasulye bazen taze çay eşliğinde kahvaltı bazende minik mangalımızda pişirilen izgara ziyafeti. Hala tadı damağımdadır yol kenarında yediğimiz yemeklerin hele ki yesil fasulyenin... Bulaşık deterjanı ve süngeriyle iyice yıkanan tabak ve bardaklar bir sonraki durağa hazırlanırken etrafta atılan kısacık turlar insanın dimağına unutulmaz hatıralar fısıldar. Annemin sınırsız doğa ve çiçek sevgisi sayesinde hemen her yarım saatte etrafta gördüğü bir bitkiyi yada çiçeği incelemek için araba durdurulur, arabadan hep birlikte inilir ve çoğunlukla babam elindeki bıçağiyla annemin gösterdiği dali yada cicegi keser ve arabadaki çiçek cümbüşüne bir üye daha eklenirdi. Böylelikle 3 saatlik yolu 5 saatte alır ama hiç şikayetçi olmazdık çünkü zaten amaç gezmek değil miydi? Hele Karadeniz dönüşü Tunceli üzerinden Elazığ'daki aile dostlarını görmeye gittiğimiz günü nasıl unuturum? O zamanlar terör tehlikesi uç boyutlarda ve hiç bir arabanin yolun daglik bolumunde  tek başına yolculuk etmesine izin verilmiyor. Bizim şansımızada yol arkadaşı olarak bir tır düşmüştü düşmesine ama yol boyunca annemin çiçek sevgisi bizi bir kaç yerde durmak zorunda bırakınca öndeki zavallı tır şoförüde mecburi yavaşlamak zorunda kalip bizi bekliyor ve Allah bilir ya ne kadar çılgın olduğumuzu düşünüyordu. Düşünsenize Murat 131 bir arabada 2 çocuklu bir aile dağlarda çiçek topluyor.!!  Klima vs. gibi ozelligi olmayan arabada kardesimle yaptigimiz golge tarafta oturma tartismalari ve perdelik olarak kullandigimiz yazmanin sik sik pencereden ucma tehlikesi gostermesi de yolculuktan akillarda kalan kareler arasinda...Akşamları annemin emekli kartı sayesinde çalıştığı kurumun misafirhanelerinde konaklanirdi.. Uzun yolun verdiği yorgunluğu gece atar, sabah yeni maceralara doğru yelken açardık.
Üniversite son sınıfta İzmir'e annemlerle çıktığımız yolculuk babamın küçük meyve bahçesinin başından ayrılamamasından ötürü yaptığımız son gezi yolculuğu oldu. Nerden geldi bütün bunlar aklıma??? Bu haftasonu çekirdek ailemle birlikte bizde  1 gecelik bir yolculuğa çıktık. Her ne kadar çeşme kenarı ve piknik sepeti ve piknik tüpü olmadan  tadı tam çıkmasa da yine de eski günleri hatırlatan güzel bir yolculuktu. Akşama kadar gezdikten sonra yorgunluktan kımıldatmakta zorlandığımız ayaklarımızı dinlendirdiğimiz otelin 11. katında muhteşem bir şehir manzarali  odada konakladık. Şöyle bir demli çayı yudumlamak çin neler vereceğimiz manzaraya karşı mecburu elimizde olanla yetinip gazozlarımızı yudumladık.  Çok da aydınlık olmayan bir evde oturmanın en iyi tarafı aynaya ne kadar yakından baksanızda farkedemediğiniz siyahların içinde saklanan ak saç tellerini fark edememek galiba. Otel odasındaki dev aynanın hemen üstündeki spot lambaları nicedir önemsemediğim gerçeği yüzüme haykırdı: Yaşlanıyorsun. Saçlarını boyamaya başlamanın zamanı gelmiş yoksa beyaz tellerin şakaklarına doğru inecek bir kaç ay sonra.
Önemsemiyor görünüp manzaranın tadını çıkarmaya çalışsam da aynadaki karşılaşmam hala hafızamda. Kim bilir bir gün bende torunlarıma bu yazdıklarımı okurken 'ömür dediğin' derim usulca. İlk cümleyi hatırlayarak bitirmekte yarar var sanırım: 'Gezmek gerçekten ömürden değil.' Gezip yeni keşifler yapabilmek ümidiyle...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Umut iyi bir kahvalti, fena bir aksam yemegidir.

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Ardic Agaci