OD ve ODun'a Dair

Şimdilerde çocukların gitmemesi garip karşılansa da bizim zamanımızda anaokuluna gitmek o kadar yaygın bir şey değildi. Anneannemin ahlakımı bozacağı endişesiyle anaokuluna gönderilmemem gerektiği yönündeki bütün uyarılarına rağmen annem biraz olsun annesine karşı bana bakıyor olmasından dolayı hissettiği eziklikten kurtulmak istemesinden mütevellit ana okuluna gitmem konusunda ısrarcı oldu. Kızların pembe, erkeklerin mavi pütukareli önlükler giydiği ana okulu, bu kez de iki haftada bir bütün öğrencilere yetecek kadar tatlı tuzlu yemek hazırlama zorunluluğundan dolayı annem için yeni bir mücadelenin söz konusu olmuştu. Yarım gün olan ana okulundan sonra istikamet yine zorunlu olarak anneannemin eviydi tabi ki. Okula başladığım andan itibaren işlediğim her hatadan okul sorumluydu anneanneme göre. Lafını dinlememişler, beni göndermişler onca yıllık bana verdiği emekleri heba etmişlerdi. İşte bu dönemde tanıştım kitaplarla... Babam İş Bankası yayınlarından çocuk kitapları serisini kurdaleli bir bir deste ile getirdiği gun  ne kadar mutlu olduğumu hatırlıyorum. İlkokul yıllarıma Kemalettin Tuğcu'nun kitapları damgasını vurmuştur. Her biri bir yeşilçam filmini andıran melodramlarla dolu olan kitaplar adeta bir salgın gibiydi, biri bitince hemen diğerini alırdım elime. Kolsuz Bebek benim için unutulmazlar arasındadır. Sonraları Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Peyami Safa, Agatha Christie, Emine Şenlikoğlu, Ahmet Günbay Yıldız kitapları....Yaşadığım memlekette o yıllarda  bir kız çocuğu ilkokul yıllarının sonuna doğru en azından eline tiğ alıp bir zincir çekmeyi bilmeli, hiç değilse bir ki tane lif örmeliydi. Annem ve anneannem benim bu konulara soğukluğumu hep kitaplara yüklediler ve bazen ciddi bazen şakayla karişık 'el kapısı'na gidince kitapların beni kurtarmayacağı iddiasiyla ele güne karşı elime aldığım bir el sanatımın olması konusunda beni fazlasıyla uyarmış olacaklar ki  inat etmiş gibi yapacağım varsa da yapmadım ve kitap tutkum hiç solmadı. Orta okul birinci sınıftaki Edebiyat öğretmenimin bu konudaki katkısını unutmam mümkün değil. Sınavları çok zordu ve  en fazla yüz üzerinden 70 alabildiğimizi hatırlıyorum. Bir gün sınıfa notları düzeltmek için bir yol olduğunu söylediğinde hepimiz çok heyecanlanmıştık. Kütüphaneden alıp okuduğumuz her 1000 sayfa için ortalama sınav puanımıza 10 puan ekleyeceğini vadetti. O sene okul kütüphanesindeki neredeyse bütün kitapları sırayla sınıfça okuduk. Bir kitabı sınıfça okumanın en güzel  tarafı karakterleri, olayları beraberce tartışabilmemiz bazen de tiye alabilmemizdi. Karakterlerden bazılarını sinif arkadaşlarımıza benzetir, kızdırma pahasına da olsa o isimle çağırırdık zaman zaman. Kütüphanedeki kitaplar tükenip daha güncel kitaplara merak salınca bu kez işin finansal durumu kitaplarla aramıza girmeye başladı. Bir kitapçı yıpratmamak şartıyla kitapları okuyup başka kitapla değiştirebileceğimi söylediğinde ne kadar mutlu olduğumu bilemezsiniz. Ne yazık ki  o kitapçı kısa süre sonra kapandı. Babamın liseden bir arkadaşının evine bir akşam ailece oturmaya gittiğimde gördüğüm manzara karşısında neredeyse çığlık atacaktım. Salonun bir tarafındaki kocaman kitaplık cilt cilt klasiklerle doluydu dolu olmasına ama utana sıkıla ödünç istediğim bir kitabı bitirdikten sonra ikincisini isteme cesareti bulamadım bir türlü. Üniversite yıllarında Ankara Zafer Çarşısının arkasındaki Kitapçılar Çarşısı, Karanfil Sokak'taki Dost kitabevi ve Olgunlar çarşısı sık sık uğradığım yerler arasındaydı, özellikle ilk yıllar. Hele kitapçılar çarşısında tütsü kokuları ve eski fransız şarkıları eşliğinde yığın yığın sıralanmış kitapların arasında bir hazine avcısı edasıyla dolaşmak aman Allahım ne saadet....Derste okuyacağımız bir kaç kitabın orijinalini çok uygun fiyata bulabilme zevkini tatmışlığım vardır bir kaç kez. Yabancı dil bölümünde okuyanlar bilirler; kitaplarımızın %90'i fotokopidir mecburen. Alıpta şöyle kitaplığınızın baş köşesine koyamazsınız beyaz ciltli ucuz fotokopi kitapları.... Annemle kitap konusundaki mücadelemiz azalarak devam etti. Sonraları kitapları evde koyacak yer bulamadığından şikayetle depoya kaldırdı, taşınırken bir kısmı kayboldu, parçalandı. Üzülerek söylemeliyim ki bunca sevmeme rağmen vefalı bir dost olamadım kitaplara karşı... Geçenlerde Selim İleri'nin şu yazısını okudum. http://www.zaman.com.tr/dağınıklık-darmadağın/2029123.html   Kitaplara vefa onunki gibi olmalı zannimca... Kitapla ilgili söylenecekler bitmez. Belki devamı başka bir yazının konusu olur kim bilir. ? Asıl bahsetmek istediğim okuduğum son kitaptı aslında. İskender Pala'dan OD.  Od yanmak demekmiş, odun'da yanan.Yunus Emre ile çıkılmış bir yol hikayesi gibi aslında bütün kitap. Mevlana'nın 'Hamdim, Piştim, Yandım.' demesi boşa değilmiş diyorsunuz Sarıca Köylü Yunus önceoduncu Yunus sonra Yunus Emre'ye dönüştüğünde...  Sitare'nin yıldızlı heybesinde bir ilmek olup Yunus'un omuzunda diyar diyar gezerken pişmenin hele de yanmanın hiç de kolay olmadığını anlıyorsunuz her yol ayrımına ulaştığınızda... Çelik kasalara sakladığımız asıl  benliğimizin çığlıkları fısıltıya dönüştüler çoktan ama Yunus'la yapılan yolculukta sessiz olursanız belki onları daha iyi duyabilirsiniz. Hani Odun gibi derler ya aldırmaz, kaba saba, duyarsız insanlara... İşte oduna içende taşıdığı yangını hatırlatıyor OD ve son tahlilde onlarda insandı sizde deyiveriyor.  Dillere pelesenk olmuş ilahiler Yunus'un elindeki asanın adımları arasında gizliymiş meğer..
http://www.youtube.com/watch?v=V66pL6RJ84İ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Umut iyi bir kahvalti, fena bir aksam yemegidir.

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Ardic Agaci