Ekşi Tadlarin Dayanilmaz Cekiciligi.......


Başlıkta ekşi yazdım ama bizim çocukluğumuzda yaygın söylenişiyle eşki külünü hala bilen ve seven  kaç cocuk vardır bilmiyorum ama bu sabah uyandığımda damağımda çocukluğumdan kalma o tat vardı. Babaannemlerin evinin olduğu o eski mahallede kapısı tahtadan minicik bir bakkal dükanı, yokuşun tam tepesinde gelenleri birazdan girecekleri eski zamana ait bir sergi salonununa adeta karşılar; neyle karşılacaklarına dair emareler taşırdı. Benim için o mahallenin en eglenceli yani siyah taşlarla döşeli dik yokuştan  olabildiğince hızla koşmakti.  Freni tutmayan araba gibi yol kenarinda dizili evlerin birinin bahce duvarina tutunarak durmak, kosarken cilginlar gibi bagirmak,cebimdeki bozuk paralarin oraya buraya sicramasi, ruzgarin saclarimi savurmasi ve bazende yasanan ufak tefek yaralanmalar ve neticesinde isitilen azarlar....Asagi inmek eglenceli olsa da yokustan cikmak pek eglenceli sayilmazdi. Zorlu bir tirmanis neticesinde varilan kucuk bakkal dukkani ise her dukkanda bulamayacaginiz tadlar barindirirdi..   Özellikle bayramlarda  kazanılan az miktarda harçlıkla bütün akran kuzenlerim soluğu bu bakkalda alır; leblebi tozu, eşki külü ve çubuk şeker alırdık. Benim her zaman favorim küçük poşetlere konmuş tuzla tadlandırılmış eşki külüydü. Bilmeyenler için eşki külü sumak bitkisinin yapraklarının toz hale getirilmiş halidir diyebilirim; hani sumak diye baharatçılarda satılan pembe toz.... Yemesi de ayrı meseledir bu enteresan seyi. Dikkatlice açılan eşki külü avuç içine dökülür ve sonra kulaga itici gelse de afiyetle yalanırdı. Tabi bayramlık kıyafetlerle eşki külünu  yerken annene yakalanmamak da ayrı bir strateji işiydi. Bir arabanın zor geçebildiği, yolları delik deşik, evleri adeta birbirine destek vermeseler yıkılacak hissi veren bu mahalle bende hep karışık duygular uyandırmıştır. Evler nasıl bu kadar bitişik olmasına karşın hiç bir ev diger evin icini görmüyor sorusu ta o zamanlar zihnimi kurcalamıştır. Babaannemlerin 2 odalı ahşap ve  kerpiç karışımı evlerine ilk girdiğimde hep bir sürü kolonyanın karşımından oluşan derin bir koku karşılardı bayram günlerinde... Oturacak yer bulmanın zorluğundan mütevellit bütün çocuklar soluğu büyük avluda alırdık. Dut ağacının gölgelediği, yerden epeyce yüksek bu avlu benim babaannemlerdeki yegane eğlence merkezimdi. Yere atılan irili ufaklı çeşit çeşit renk renk minderler, yemek için kurulan devasa yer sofrası, üstüne tatlı niyetine  dut ağacından tek tek koparılıp yenen dutlar....Evin içine tekrar adım attığımda duvardaki yüklük başka bir masalın içine çekerdi insanı. Babam çocukken bu yüklüğün içinde uyuduğunu anlattığında ne kadar şaşırdığımı hatırlıyorum da şimdi. Benim için yüklük bir sürü peri çin hikayesinin kahramanı, gizemli bir mekandı. Tabi bunda birde o zamanlarda insanların her türlü değerli eşyasını, parasını oraya saklama huylarının etkisi olduğunu da zannediyorum. Avluda sen şakrak eğlenen kuzenlerimi şimdi düşünüyorum da bir tanesi henüz 20'li yaşlarında geçenlerde kalp krizinden vefat etti. Ölümü ona uzun süre yakıştıramasam da sonuç değişmiyor.  Diğerleri farklı memleketlerde farklı yaşamlarda farklı ufuklarda seyahate devam ediyorlar. eşki külü tadı nerelere getirdi beni bu kez. Şaşırdım doğrusu... Bide tuz biber olayı vardır ki tad olarak eşki külüne  akraba olsa da onun hikayesi apayrı ve bambaşkadır. Başka bir ekşi  tadlar günlüğünde ona da sira gelir kim bilir?....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Umut iyi bir kahvalti, fena bir aksam yemegidir.

YASAMAK ZOR ZANAAT VESSELAM...

Ardic Agaci